Hocam öncelikle röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için Beyaz Tarih ailesi olarak teşekkür ederiz. Söyleşimizin okuyucular açısından istifadeli olacağını düşünüyoruz. Size araştırma alanınız olan Amerikan iç savaş meselesiyle alakalı 5 soru yönelteceğiz. Tarihin sayfalarına karışmış gibi görünse de Amerika’da çeşitli gruplar arasında yaşanan çatışmanın hala büyük bir iz taşıdığını sanırım söyleyebiliriz
Öncelikle okurlarımıza kendinizi nasıl tanıtmak istersiniz? Ali Bilgenoğlu kimdir?
Bilgenoğlu: Lisans eğitimimi Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde aldıktan sonra aynı fakültenin tarih bölümünde yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamladım. Doktora çalışmamda 19.yy İngiliz sömürgeciliğini Mısır ve Sudan örnekleri üzerinde karşılaştırmalı olarak incelemeye çalıştım. Çalışma ve araştırma alanlarım olarak siyasi tarih çerçevesinde modern Ortadoğu, 19.yy İngiliz siyaseti, yakınçağ Osmanlı tarihi, modernite sürecinde siyasal düşünceler ve Amerikan tarihini sayabilirim. Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.
İç Savaşın İzleri Henüz Silinebilmiş Değil
Amerika ve vatandaşları açısından iç savaş tecrübesi büyük bir öneme sahip. Bu aynı zamanda ülkenin yeniden kurulması ve Lincoln’ün kurucu olarak adlandırılmasına kadar varan yorumları beraberinde getiriyor. Siz bu iç savaşı genel itibari ile nasıl özetlersiniz? Tam olarak Amerika’da ne oldu?
Bilgenoğlu: Geneli itibarıyla Amerikan İç Savaşı 19.yy Amerika’sında kuzey ve güney eyaletlerinin toplumsal ve ekonomik açıdan iki farklı yapı arz etmeleri ve köleliğin kaldırılması tartışmaları çerçevesinde karşı karşıya gelmelerinin bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanayileşen ve ticareti ekonomisinin merkezine yerleştiren kuzey eyaletleri köleliğin kaldırılması taraftarı iken, güney eyaletleri tarım ve hayvancılığa dayanan sosyo-ekonomik yapısıyla köleliğin kaldırılması fikrini kendi düzenlerine vurulmak istenen bir darbe olarak algılamıştır. Dönemin başkanı Abraham Lincoln’ün kölelik düzeni karşıtı tutumunu da siyasal söylem olarak hesaba kattığımızda 19.yy Amerikan toplumunun kuzey ve güney olarak ikiye ayrıldığını; güneyli konfederalistler ve kuzeyli birlikçiler olarak kamplaştıklarını görmekteyiz. Bu iki cephe arasında yaşanan ve tarihe Amerikan İç Savaşı olarak geçen mücadele özelde Kuzey Amerika genelde ise 19.yy dünya tarihinin en önemli çarpışmalarından bir tanesidir. Savaşın ilk yıllarında ayrılık yanlısı güneyliler Robert E. Lee gibi üst düzey generallerin başarılarıyla savaş alanında üstünlük sağlarken, ileriki safhada Lincoln’ün müdahalesiyle Ulysses S. Grant’in komutasında kuzeyliler üstünlüğü ele geçirmiş ve savaş kuzeyin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu askeri zaferin Amerikan siyasetine ve toplumuna olan yansıması ise 1865 tarihli köleliği yasaklayan Amerikan anayasasında meşhur 13. Madde düzenlemesinin yapılması ve ayrımcı politikaların yasal düzlemde illegal ilan edilmesidir. Hiç şüphesiz ki dönemin Amerikan toplumunun sinir uçlarına hitap eden, kılcal damarlarına dek işleyen söz konusu ayrımcılık bir büyük iç savaş ve ardından gelen yasal düzenleme ile bir seferde ortadan kaldırılabilmiş değildir. Zira mezkûr düzenlemenin hemen akabinde Başkan Lincoln’ün bir suikasta kurban gitmesi durumun ciddiyetini ortaya koyan ilk büyük semptomdur. Amerika’da siyahların hak ve özgürlükler bakımından toplumsallaşmala
Amerikan vatandaşlarının tarih hafızası hakkında ne söylersiniz? Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada tarih bilmek aynı zamanda bir hafızaya sahip olmak anlamına geliyor, Amerikan vatandaşlarının onları en çok yaralayan iç savaşları hakkındaki malumatları genel itibariyle nasıldır sizce?
Bilgenoğlu: Milletlerin zaferler yahut travmalarla oluşup, biçimlenen bir kolektif hafızaya sahip olduklarını, geçmişe dönük bilinçaltına depolanıp, nesiller boyunca bir şekilde aktarılan sosyo-psikolojik bilgi birikimine sahip olduklarını evvelemirde kabul etmekle beraber Türk ya da Amerikan gibi özel isim zikretmeden, bütün toplumların bir genel ortalaması olduğunu düşünüyorum. Her toplumda o toplumun ve devletin geçmişine, coğrafyasına, kültürüne ve geleneklerine meraklı, öğrenmeye açık ve bu çerçevede belli bir bilgi birikimine sahip kitle olduğu gibi bunun dışında kalan bir kitle de mevcuttur. Amerika, üniversiteleri, kütüphaneleri ve bilim alanında çalışanları ile akademi dünyasının önde gelen merkezlerinden birisi olduğu gibi aynı ülkede zaman zaman yapılan çeşitli anketlerde azımsanmayacak sayıda orta öğretim öğrencisinin haritada Brezilya’nın yerini doğru işaretleyemediği
Amerika'da Kurucu Felsefe Artık Tartışmalı
Bundan birkaç yıl öncesi için Amerika’nın Dünya üzerinde örnek ülkelerden biri olduğunu söylenebilirdi. Özellikle Soğuk Savaş sonrası Dünyanın diğer bloğuna karşı kazanılmış uzun zamanlı bir mücadele söz konusuydu. Bugün için şartlar değişmiş gibi görünüyor, siz Amerika’nın kendi kuruluş değerlerine –kastetmeye çalıştığım özgürlük, demokrasi ve insan hakları temelli iddialar- sadık kalabildiğini düşünüyor musunuz?
Bilgenoğlu: Amerika Birleşik Devletleri’nin kendisinden önceki diğer büyük devletler gibi tarihsel ve siyasal olarak iki farklı yüzü olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi Amerika’nın kuruluş felsefesini ve politik anlam dünyasını inşa eden bireysel özgürlükler, demokrasi, sınırlı devlet, kuvvetler ayrılığı, anayasanın üstünlüğü ve insan hakları gibi temel liberal demokratik siyaset değerleri ve bunların etrafında örgütlenen devlet-birey ilişkisini ve hukuk anlayışını yansıtan içe dönük uzlaşmacı yüzüdür. Diğeri ise Soğuk Savaş boyunca ve 11 Eylül sonrası süreçte küresel terörle mücadele konsepti çerçevesinde dünyanın geri kalanına kendisini hissettiren empati ve paylaşımdan uzak, saldırgan ve çatışmacı yüzüdür. Dolayısıyla tek bir Amerika’dan söz edilemeyeceğini düşünüyorum. Tek bir Avrupa’dan da söz edilemeyeceği gibi. Adalet, eşitlik, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi günümüz dünyasının temel politik kavramlarının tarihsel süreçte süzülüp geldiği Avrupa aynı zamanda faşizmi, totaliter-otorit
Akademik çalışmalarda yeni mukayeseler yapılıyor son zamanlarda. Bunlardan biri Amerika’nın geçmişinde bulunan ayrımcılık temelli mücadelenin bugün muhatapları nezdinde değişim gösterdiği, bilhassa Müslümanların ve diğer göçmenlerin Amerika’nın yeni zencileri olarak görülmeleri. Güncel siyasi ve sosyal durumu göz önünde bulundurursak bu iddiada bir haklılık payı görüyor musunuz?
Bilgenoğlu: Özellikle 11 Eylül 2001’de ikiz kuleler olarak bilinen Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırıların Amerika’da İslam’a ve Müslümanlara dönük olarak sözünü ettiğiniz bakış açısının ortaya çıkışında bir milat olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması adını verdiği tezde yeni rakip olarak İslam dünyasını Batı’nın karşısında konumlandırması ve Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı çalışmasıyla 21. Yüzyılı Amerikan liderliği, hegemonya ve imparatorluk kavramları etrafında biçimlendirme gayretleri ile akademyada İslam dünyasına olan bakış stratejik olarak içerik dönüşümüne uğramışsa da politik arenaya olan pratik yansımaları 11 Eylül sonrası süreçte gözlemlenmektedi
Amerika'da Rövanşist Mücadeleler Başladı
Son olarak şunu sormak istiyorum. Amerika’da geçtiğimiz yakın zamanda çeşitli gösterilerde sivillerle güvenlik güçleri arasında orantısız şeklinde ifade edilebilecek olan mücadeleler yaşandı. Wall Street’te başlayıp Baltimore ve Ferguson’da şiddete dönüşen ve ilk zamanki şiddetinde devam etmese de hala uzlaşımın sağlanamadığı olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bilgenoğlu: Pek çok farklı etnik ve dinsel kimlikten topluluğun bir arada yaşadığı bir göçmenler ülkesi olarak adlandırılabilec
Teşekkür ederiz hocam.
Bilgenoğlu: Ben Teşekkür ederim.